Almanya’nın en büyük eyaleti Bavyera ve Bavyera’nın başkenti Münih…
Buğday birası (Weissbier) ve Eylül sonu yapılan Oktoberfest‘i ünlü olan bu şehri geçtiğimiz hafta sonu gerçekleştirdiğimiz mini Almanya seyahatinde kısa da olsa tanıma fırsatı yakalıyorum. Perşembe gecesi THY ile Nürnberg‘e uçuyor, otelimiz Art & Business’e gitmeden önce ufak çaplı bir altstadt (old town) turu yapıyoruz. Otelin ağaçlar içindeki avlusuna bakan odamızda kuş sesleri ile uyanıyor, buram buram art kokan kahvaltı salonunda butik kahvaltımızı alıyoruz.
MÜNİH GEZİ REHBERİ
İlk gün havaalanından kiraladığımız araba ile (günlük 18 euro) Münih’e doğru yola çıkıyor, otobandan 1,5 saatte Münih’e varıyoruz. Önce Old Town’ın merkezindeki Marienplatz ve etrafındaki sokakları geziyoruz.
Daha sonra Münih’te gezilecek yerler listesinde ön sıralardaki English Gardens’a doğru devam ediyoruz. Tüm binalar göz alıcı, mimari gerçekten etkileyici. 15. Yüzyıl itibariyle gotik mimarinin etkisine giren şehrin 2. Dünya savaşında yoğun bombardıman altında kalmış hâli buysa, kalmamış hâli nasıl olurmuş onu merak ediyoruz. 🙂
English Gardens’ın bahçeden ziyade orman tadındaki ambiansını, içerisindeki kanalları ve şelaleleri görünce oldukça şaşırıyoruz. Ortamda karnaval ambiyansı yaratan bir arkadaşlar var, hemen bir poz çakıyoruz. 🙂 Epey bir gezdiğimiz halde bahçenin henüz küçük bir kısmını görebildiğimizi haritadan fark ediyor, artık yorulduğumuz için old town tarafına geri dönüyoruz.
Yine Münih’te gezilecek yerler listesinin başlarında olan lokal yiyeceklerin satıldığı şehir pazarı Viktualenmarkt, gele gele Meryem Ana’nın göğe yükselmesinin kutlandığı dini bir tatil gününe denk geldiğimiz için kapalı… Keza şehirdeki diğer dükkanlar da…
Açık olan yerler sadece kafe ve restoranlar olduğuna göre bize de yemek içmek düşer diyor, 1589 yılından beri hizmet veren meşhur Alman Bira Evi Hofbrauhaus’un yolunu tutuyoruz. O yıllarda formülü oluşturulan, benim en sevdiğim, en doygun bira çeşidi buğday birası ile (Weissbier) tekrar buluşmak için sabırsızlanıyorum. Hofbrauhaus’u gezip, masalardaki yemekleri mercek altına alıyoruz. Arka tarafındaki bira bahçesini geçtim akşamları canlı müziğin de olduğu devasa iç mekanı bile hınca hınç dolu. Etrafımızda ellerinde kocaman et ve patates dolu tabaklar oradan oraya taşıyan garsonlar koşturuyor.
Biz bu hengameye dahil olmak yerine Alman mutfağının tadını hemen karşısındaki Wirtshaus’un güneşe nazır masalarında çıkarmayı tercih ediyoruz. Ne iyi ediyoruz. Yan masamızdaki amcaya servis edilen tabakta görüntüsüne vurulduğum haxenin dışı çıtır içi lokum gibi tadı bu gezideki favori lezzetime dakika bir gol bir’de ulaşmamı sağlıyor. Bu mutlu andan bir profil fotosu çıkar mı? Vallahi çıkıyor. 🙂
Hava gece 10, gündüz 20 derece civarı, Ağustos ayında olduğumuza inanmak zor, güneş bulutun arkasına girince üşüyoruz. Yine de gezmek için güzel bir sıcaklık diyor, yolumuza devam ediyoruz. Gösterişli iç ve dış mimarisi ile Münih’in en meşhur kilisesi Asam Kirche olsa da beni benden alan hayatımda gördüğüm en yeşil, en etkileyici kilise, Heilig Geist Kirche oluyor. Bu kilisenin güzelliği barok veya gotik mimariden değil, doğanın verdiği huzurla kilisenin dinginliğinin iç içe olduğu ağaçlarla dolu yemyeşil ambiyansından kaynaklanıyor. Benim bile oradaki teyze ve amcalarla oturup hidayete eresim geliyor. 😛
Kiliseden çıktığımızda yaklaşan kara bulutlardan yağmurun yağacağını tahmin etmemiz zor olmuyor. Hemen en yakın Bavyera restoranı Nürnberger Bratwurst Glöckl Am Dom’un sokak ve kilise manzaralı masalarından birinde alıyoruz soluğu. Vazgeçilmezimiz weisbiera bu sefer Viyana usulü sosisler eşlik ediyor.
Geleneksel Bavyera kıyafeti giymiş yaşlı garson teyzeler oradan oraya koşturuyor. Kilise çanları eşliğinde geleceğe dair hayallerimizden konuşa konuşa akşamı ediyoruz. Veda zamanı… Hoşçakal Münih şimdilik biz kaçıyoruz, masal şehir Nürnberg’e geri dönüyoruz.