Balayı olayı çok klişedir ama onca evlilik telaşından sonra ilaç gibi geldiğini yaşayanlar bilir, yaşamayanlar ise yaşadıktan sonra bana hak vereceklerdir. 🙂 Gerçi balayı için plan yapmanın da evlilik hazırlıklarının önemli bir kısmını oluşturduğunu ve nereye gidileceğine karar vermenin insanı çok fazla yorduğunu düşünürsek bir çelişki ortaya çıkıyor ama ne yapalım işte her şeyimiz tam olsun deyip uzun uzun araştırmalar sonunda gemi ile Yunan Adaları’nda balayımızı geçirmeye yapmaya karar verdik. Çok da iyi etmişiz. Çünkü bu tatil yurtiçindeki lüks tatil köylerini aratmayan bir konforla yapılan bir yurtdışı gezisiydi. Bu sayede hem yurtdışı gezilerinin yoruculuğunu hem de yurtiçindeki tatil köylerinin tekdüzeliğini yaşamamış olduk. Kısaca bu gezi balayımız için biçilmiş bir kaftandı. Gezi hakkındaki yorumlarımın bir kısmını da sona saklayıp geziyi anlatmaya başlayayım. 🙂
18 Mayıs 2002 tarihinde nihayet evlendikten 3 gün sonra balayımız için gemi turuna katılmak üzere otobüsle Kuşadası’na gittik. Pasaportlarımızı damgalattıktan sonra limandaki duty-free’ye bir göz atıp gemiye bindik. Gemimiz Aegean-1 isimli bir yunan gemisiydi ve doğal olarak içeri girdiğimizde bizi yunan personel karşıladı. Gemi personeliyle İngilizce konuşarak anlaşıyorduk. Allahtan bunlar Paris’teki Fransızlar gibi Yunanca konuşuruz biz diye tutturmadılar. Aynen otellerdeki gibi resepsiyona kayıt yaptırdıktan sonra odalarımızın anahtarını verdiler. Odamız girişin 2 kat altında acayip sevimli bir odaydı. Küçücük olmasına rağmen içerde şifonyeri ve gardırobu bile vardı. Valizlerimiz geldikten sonra merakla gemiyi gezmeye başladık. Gemide 300’e yakın kabin, 2 tane restoran, terasında yüzme havuzu, sinemadan, gösteri salonuna, casinodan, diskoya kadar her şey vardı.
Gezerken geminin fazla tenha olduğunu fark ettik ve koskoca gemi Kuşadası’ndan binen maksimum 50 kişiyle mi adaları gezecek acaba diye şüpheye düştük. Meğer bu gemi sürekli rotasyon yapıyormuş. Yani gemi esas olarak Pire Limanı’ndan (Atina) alınan yolculara Yunan adalarını ve Kuşadası’nı gezdiriyor, bu arada Kuşadası’ndan alınan Türk grup da Yunan adalarına ve Pire liman şehrini geziyormuş. Limandan ayrılırken içeri dolan insan kalabalığını görünce geminin hiç de tenha olmayacağı anladık zaten. 🙂 Gemideki yolcuların büyük bir kısmını Avrupa’dan ya da Uzakdoğu’dan Yunanistan’a gelmiş ve adaları gezmek isteyen turistler, diğer bir kısmını kendi adalarını görmek isteyen Yunanlılar ve geri kalanını da biz Türkler oluşturuyorduk. Gemi personelini ise üst mevkidekiler sadece Yunanlılar olmak üzere Yunanlılar ve Rus kızlar oluşturuyordu.
Personel acayip güzler yüzlü ve yardımseverdi. Özellikle günde en az 3 kere oda temizliği yapmaları bizi hayrete düşürdü. Gezi boyunca odamızdaki çarşafları biz bozuyoruz onlar düzeltiyor biz bozuyoruz onlar düzeltiyor gibi bir durum vardı. 🙂 Güvertede ve restoranda Rus kızlar pervane gibi ‘Şunu içer misiniz, bunu ister misiniz’ şeklinde etrafımızda dönüyorlardı. Allahtan eşim balayı sarhoşluğunun etkisiyle kızlarla fazla muhatap olmadı. 🙂
Kuşadası’ndan ayrıldıktan sonra tüm Türk yolcular gösteri salonunda toplandı ve can yeleklerinin nasıl takılacağı, gemi batmaya başlarsa ne yapılacağı, önce kadınların ve çocukların sandallara bineceği gibi pek sevimli şeyler anlatıldı. Odamıza yerleştik, yemeğimizi yedik derken bir baktık ki ilk durağımız olan Patmos Adası’na varmışız.
PATMOS
Adanın gemiden görünüşü acayip şirindi. Patmos, üzerinde ördekler gezen kumsalı, dev içki stoğu olan super marketi, tepedeki manastırı ve çarşıdaki ağaçlar altındaki kafelerinden başka pek de bir özelliği olmayan bir adaydı. Aslında ben Patmos’u ilk gördüğümde beğenmiştim ama diğer adaları görünce onların gölgesinde kaldı. 🙂
Gemimiz akşamüstü demir aldı. Yemek için hazırlanmak üzere odamıza döndük. Gemi tam pansiyon olarak hizmet veriyordu. Yemekler sabah öğlen ve akşam yemeğinde açık büfe olarak sunuluyordu. Ayrıca ben öyle sıraya gidip tepeleme tabak doldurup oradan yemek yiyemem bana şık bir ortamda garsonlar hizmet etsin diyenler içinde bizim odamızın bulunduğu katta kocaman alakart bir restoran vardı. Yemekler aynıydı, her iki restoran da ücretsizdi ancak bu salona biraz şık girmek gerekiyordu. Aslında burası daha hoştu tabi de kocaman kocaman yuvarlak masalarda başkalarıyla oturman , tabağındakiler bitince garson gelse de ana yemeği getirse şeklinde kıvranman gerekiyordu. Neyse bazı akşamlar orda bazı akşamlar burada şeklinde yedik biz. Yemekler çok iyiydi. Yunanların damak zevki bize çok uyuyordu çünkü. Yemeklerde balık, karides, baklavalar, dondurmalar mangolar, muzlar, her öğlen ayrıca terasta barbekü, ızgara balık, tavuk ,pirzola… ay olsa da yesek. 🙂
Gecelerimiz genelde sakin geçiyordu. Açık büfe servisin olduğu salonda öğlen ve akşam yemeklerinde 15 yaşında ya var ya yok bir Rus lolita ve biri gitar diğeri org çalan iki adamdan oluşan bir grup canlı müzik yapıyorlardı. Müzikler güzeldi ama kız beş altı şarkıda bir “La is la bonita”yı söyleyerek beni gençliğimin 1 numaralı şarkısından bıktırmayı başardı. 🙂 Yemeklerden sonra gösteri salonunda her akşam farklı bir gösteri oluyordu. Hatırladığım kadarıyla Rus revü kızlarının şovu ve sirtaki gecesi ilgimizi çekmişti. Şovlar gece 11 gibi bitiyor açık büfe yemeğin olduğu salon disko ortamına dönüşüyordu. Biz ise bu saatlerde genelde güvertede elimizde içkimiz denizi seyrediyor oluyorduk. Balayı çiftiyiz ya romantik olucaz ya. 🙂
RODOS
Gezimizin ikinci gününün sabahında Rodos Adası’na vardık. Adanın uzaktan görünüşü bile oldukça gösterişliydi. Adanın ortası ortaçağdan kalma surlarla çevriliydi. Burada da pek çok şehirde olduğu gibi eski şehir-yeni şehir kavramı vardı. Surların iç kısmında kalan old town tarihi binalar, camiler, kiliseler, evler, ağaç altı kafeleri, hediyelik eşya dükkanlarıyla doluydu. Surların dışında kalan kısmında Rodos halkının ve yazlıkçıların evleri ve onların önlerinde oteller ve kocaman bir kumsal vardı. Santorini hariç gittiğimiz tüm adalarda denize girme imkanı vardı ama biz gemi yolculuğu sonrasında Fethiye’ye gideceğimiz için vaktimizi gezelim görelim şeklinde geçirdik. Zaten mayıs ayında olduğumuz için ‘Uff deniz olsa da girsek’ hissi uyandıracak bir sıcaklık da olmadı. Neyse Rodos’u epey beğendik. Hem büyük hem modern hem yemyeşil hem tarihi, her şeyin iç içe olduğu bir adaydı. Biz göremedik ama gece hayatının da çok başarılı olduğunu duyduk. Açıkçası bu adanın bizim değil de Yunanlılara ait olmasına bayağı üzüldük.
Akşam üstü gemimiz demir aldı. Biz Rodos’ a el sallarken gemi Girit adasına doğru yol almaya başladı. Girit istikametinde gemi açık denizden gittiği için bayağı sallandı. Gece güvertede dengede kalarak korkuluklara kadar yaklaşmanın zor olduğunu, korkuluklara yapıştıktan sonra ise denizdeki dalgaların görüntüsünden ürküp hemen içeri kaçtığımızı hatırlıyorum. Zaten ertesi sabah gece boyunca ‘Ay bir kustum bir kustum’ şeklindeki hararetli sohbetlere kulak misafiri olduk. Deniz tutuyorsa ne diye gemi yolculuğuna çıkılır o da ayrı mevzu…
GİRİT
Ertesi sabah Girit adasına vardık. Varır varmaz geminin ekstra tur olarak götürdüğü saray kalıntılarına bakalım bari nasıl bir yermiş diye gittik. Gitmeseydik daha iyi edermişiz. Çünkü girdiğimiz bölgede taştan başka bir şey yoktu. Yunanlıların kalıntı pazarlama gücüne hayran kaldık. Biz de olsa bunlar bir şeye benzemiyor deyip tarihi eser statüsünden çıkarılıp inşaatların temellerinin sağlamlaştırılmasında kullanılırdı kesin…
Daha sonra buradan koşar adım uzaklaşıp şehir merkezine geldik. Girit yüksek binaları büyük mağazaları geniş yolları ile bir adada olması gereken etkileyicilikten uzak koskoca bir şehirdi. Biz zaten sabah erken saatlerde varıp öğle sularında adadan ayrıldık. Belki de güzel olup da bizim görmediğimiz yerler vardı. Ama ekstra tur olarak bula bula taş turunu bulduysalar Girit’in pek bir olayı olmadığı sonucuna rahatlıkla varabiliriz.
SANTORİNİ
Sıradaki hedefimiz meşhuuuuur Santorini Adası’ydı. Bu adayı tek kelimeyle tanımlamak gerekirse bu kelime büyüleyicidir. İnsanın güzel bir havada Santorini’de güneşin batışını seyredip de ağzının açık kalmaması pek olası değildir. Santorini çok da enteresan bir adaydı. Gemimiz adaya yaklaşırken dimdik sarp kayalıkların üzerine kurulmuş küçücük evler gördük. Sanki dağlık bir ada ortadan ikiye bölünmüş yarısı sular altında kalmış diğer evler de tepede kalakalmış gibiydi. E bundan dolayı liman kavramı olmadığı için tüm yolcu gemileri adaya bir iki mil uzaklıkta demir atıyorlar, yolcular karaya küçük botlarla ulaştırılıyorlardı. Bir de bot sırası bekleme işi çıktı başımıza. 🙂 Nihayetinde botlara binip küçük bir iskeleye yanaştık Bitti mi? hayır. Adaya ya atlarla ya da teleferikle çıkmak gerekiyordu. Ahmet at olayına pek sıcak bakmadığı için teleferiğe bindik biz. Gerçi teleferikte de pek eğlendiği söylenemez. Mutlu sona ulaşıp manzarayı gördüğümüzde Capon yapmış dedik birbirimize. 🙂
Manzara o kadar güzeldi ki bu görüntüleri hep hatırlamak için adada bulunduğumuz vaktin yarısını foto çekerek geçirdik. Gerçi sonradan baktığımda bizim gördüğümüz görkemin fotolara yeteri kadar yansımadığını üzülerek farkettim. Olsun napalım olduğu kadar. 🙂
Santorini’de tepede manzaralı bir kafede oturup frappe içip eşimle ‘Ne güzel dimi, ne güzel dimi’ deyip durduk. Zaten adada öyle bir eğim vardı ki herhangi bir kafenin manzarasız olma ihtimali çok azdı. Yunanlıların upuzun bardaklarda her yerde içtiğini gördüğüm köpüklü kahverengi şeyin buzlu kahve olduğunu da nihayet keşfetmiş oldum.
İnişte hadi yürüyelim bari diyerek patika yoldan inen ve çıkan atlar eşliğinde zikzaklar çizerek pıt pıt inmeye başladık. İniş yolu feci tezek kokuyordu. Ayrıca atları süren adamlar sürekli bizi durdurup çantamızı gösterip bir şeyler istiyorlardı ama İngilizce bilmedikleri için ne istediklerini bir türlü anlayamadık. 20 dakikada aşağı ulaştık bir baktık bizim geminin sihirbazı rehber olmuş elinde Aegean-1 pankartıyla sürüyü toplayıp botlara bindirmeye çabalıyor.
Gemide bir de böyle bir olay vardı. Akşam sihirbazlık gösterisi yapan elemanı ertesi günü rehber, öğlen içecek servisi yapan bir kızı aksam revü şovunda görebiliyordun. E tabi personelin işi bitince evlere yollama ihtimalleri olmadığı için hepsi gemide kalıyorlar. Ne kadar az personel o kadar az masraf mantığıyla işe, ne iş olsa yapabilecek kişileri almışlardı sanırım. 🙂 Gemi demir alıp Santorini’den uzaklaşmaya başladığında, biz güvertede akşam yemeğimize başlamıştık bile. 🙂 Bir karides manyağı olarak o yemekte yediğim açık büfe jumbo karidesleri unutmam mümkün değil…
PİRE LİMANI
Ertesi sabah uyandığımızda gemiyi Pire Limanı’na demirlemiş bulduk. Pire Atina’ya 2 saat uzaklıkta bir liman şehriymiş. Acaba Atina’ya gitme fırsatımız olabilir mi diye düşünerek gemiden indikten sonra metro istasyonunu araştırdık. Ama bulabilene aşk olsun. Sonunda pes edip Pire’yi gezmeye karar verdik. Zaten topu topu 5 saatimiz vardı. Pire’de de hiç ada özelliği yoktu diye şikayet edemeyeceğim çünkü Pire zaten ada değildi. 🙂 Neyse orasıydı burasıydı derken vakit geçti ve gemimize geri döndük. Pire modern desen modern değil , tarihi desen tarihi değil doğa güzelliği desen hak getire, vasat bir liman şehriydi işte…
MİKONOS
Şimdiki hedefimiz gayleriyle meşhur Mikonos adasıydı. Mikonos da Santorini’den ilginç olmasın oldukça ilginç bir adaydı. Bu ada bana biraz bodrumu anımsattı. Yat limanın olduğu kısımda dizilmiş kafeler, bodrumdaki yat limanı ve önündeki daha çok orta yaşlıların ve ailelerin takıldığı kafeleri, adanın arka koyundaki gençlerin bulunduğu daha modern tarz kafeler ve barlar ise Türkbükü’nü hatırlattı. Yat limanının orda biralarımızı içerken gelen feribottan akın akın insanların indiğini gördük. Günlerden cumaydı ve anladığımız kadarıyla feribottan inenler hafta sonu için yazlıklarına ya da otellere gelen Yunanlılardı ve yaş ortalaması oldukça düşüktü. Hava kararmaya başladığında iç kısımlardaki barların önündeki masalar yavaş yavaş dolmaya, ada daha da hareketlenmeye başladı. Adadaki genç popülasyon dikkat çekiciydi.
Akşam 10 gibi adadan ayrılıp gemimize döndük ve gemi Rodos adasına doğru yol almaya başladı. Tekrar Rodos adasına gitme sebebimizi tam olarak anlayamadık ama sanırım geminin yolcu kitlesinin değişiyor olmasıyla ilgili bir durumdu. Sabah uyandığımızda kendimizi Rodos Adası’nda bulduk. İnsan ikinci kez gittiğinde hemen havalara girip gene geldik bizim Rodos’a moduna giriyor. 🙂 Gerçi Rodos oldukça büyük bir ada olduğundan gezecek görecek yer bulmak hiç de zor olmadı. Gemide düzenlenen ekstra turlar da bizi bu konuda yol gösterici oluyordu. Baktık ki Lindos turu diye bir tur satıyorlar biz de bindik otobüse kendimiz gittik Lindos’a. Lindos’ta ünlü bir kale vardı ama benim daha çok dikkatimi çeken turkuaz rengindeki deniziydi. Tur boyunca ilk defa denize girmek için canım çekti ama ne yazık ki içimizde mayo yoktu. 😥
Zaten buranın denizinin bir olayı olduğunu otobüsteki plaj çantalı tipleri görünce anlamıştım ama iş işten geçmişti. Lindosun surlar içindeki çarşısını gezip denize bakıp iç geçirdikten sonra Fethiye’de yüzeceğiz nasıl olsa diye birbirimizi avutup, Rodos’a geri döndük. Gemiye gidip terasta barbeküde hazırlanan bilimum et çeşitlerini midemize indirip biraz dinlendikten sonra Rodos’un old town kısmında dolaştık kocaman ağaçların altında ki banklarda oturup ressamları ve onlara poz veren turistleri izledik, bir sürü hediyelik eşya alıp akşama üstü gemimize geri döndük ve elveda Rodos…
O gece maalesef gemideki son gecemizdi .Geçmesini istemediğin tüm zamanlar gibi 5 gün bir çırpıda geçti. Ertesi sabah kısa bir süre için Patmos Adası’na uğradık ve öğlen 1 gibi tam kalktığımız saatte Kuşadası’na geri döndük.
Yunan adalarına genel olarak bakıldığında gerçekten etkileyici, görülmesi gereken yerlerdi. Gördüklerim arasında en çok Rodos’u, Santorini’yi ve Mikonos’u beğendimden olsa gerek hafızamda da bu adalardaki anılarım daha çok yer etti. Gezdiğim yerlerin güzelliklerinin ötesinde gemi yolculuğu bambaşka güzellikte bir tatildi. Bir daha fırsatım olursa gemi ile başka ülkeleri görmeyi çok çok isterim.
5 Günde 6 Adayı Görmenin Tek Yolu, Celestyal Cruises ile Yunan Adaları Gemi Turu
Balayı için yunan adalarını düşünüyoruz ama cok ta kararsısız, Yunan adalarına ets tur gemisiyle gitmeyi önerir misiniz ? 3 gün , cok güzel yazmışsınız baya gidesim geldi ☺️
Kesinlikle tavsiye ederim.
Teşekkür ederim .
Hangi turla gittiniz acaba herhangi bir turla da aynı yerlere gidebilir miyiz acaba
ETS nin de benzer rotayı yapan gemileri var diye biliyorum. Tur ismini hatırlayamıyorum.