1988 yılında gerçekleştirdiğimiz Bulgaristan gezisi için 2003 ylında yazdığım ilk gezi yazısı…
Yurt dışına çıktığım ilk ülke Bulgaristan. Enteresan bir tercih olduğunu düşünebilirsiniz. Ama buna karar veren ben değildim, çünkü o zamanlar henüz 12 yaşındaydım….
Bulgarca tabelalarla imtihanımız…
Annem, babam, ben, kardeşim ve dedem son model! SKODA 120 L arabamızla Kapıkule Sınır Kapısı’ndan ülkemizi terk ettiğimizde gördüğümüz tabelalar karşısında şaşkınlık geçirmiştik. Oysaki elimizde harita vardı ve harita üzerindeki yerlere bakarak istediğimiz yere ulaşacağımızı sanmıştık. Ancak harita üzerindeki yazılarla tabelalardakini benzetmeye çalışmak sandığımızdan zor oldu çünkü Bulgarların harf diye kullandıkları işaretler bizim için acayip şekillerden ibaretti. Sonuç olarak çözümü yolda durup durup, insanlara gitmek istediğimiz yeri sormakta bulduk. Ama Bulgarca da bilmediğimiz için bir Türk’e rastlayalım diye dua etmekten başka çözüm yoktu. Yol sorduğumuz Bulgarlardan anladığımız tek kelime “napravo” oldu. Onu da ellerini ileri doğru göstermelerinden anladık. “Dümdüz ileri” demekti işte. Zavallı adamlar boşu boşuna yarım saat dil döküp yol anlatıyorlardı oysa biz sadece dümdüz gideceğimiz kadarını anlayıp yol ayrımı gelince yine birine soruyorduk. 🙂
Neden Bulgaristan?…
Bulgaristan’a gitme sebebimize gelince. Dedem ve babaannem Bulgaristan’da doğmuşlar. 9 yaşındalarken gerçekleşen mübadele zamanındaki toplu göçte, aileleriyle birlikte Elâzığ’a göç etmişler. Göç etmek için Elazığ’ı çok mu aramışlar derseniz Atatürk böyle uygun görmüş. Göç eden insanları yurdun dört bir yanına yaymış medeniyeti ülkemize getirsinler diye ama maalesef bizimkiler oraya medeniyet getirecekleri yerde kendileri onlara benzemiş. Neyse sonuç olarak dedemin doğduğu yerleri son bir kez görmek istemesi, babamın ise sürekli övündüğü meşhuuur Avrupa topraklarını tanımak istemesi bizi bu yollara düşürdü.
Bulgaristan vizesi alabilmek için orada kalacağın otel ya da pansiyon rezervasyonunu göstermen gerekiyordu. Babam da önceden bir yer ayarlamıştı. Ama burası hakkında hiçbir fikrimiz yoktu. Babamın da yokmuş ki elindeki adresle 5 yıldızlı bir otelde bulduk, o parayla o otelde kalacağımıza inanamadık ki zaten inanmamakta da haklıymışız, adreste bir karışıklık olmuş, kalacağımız yer bir Bulgar kadınının yanında alelade bir Bulgar eviymiş. 😉
Modern değil ama medeni bir ülke…
Ev komikti. Avrupalıların klozetlerinde musluk olmadığı acı gerçeğini ilk orada öğrenmiştim. Yer yataklarında yattığımızı hatırlıyorum. O evde bir iki gece kaldık zaten kalacak akrabalarımız vardı. Dediğim gibi vize almak için gerekli bir formaliteydi. Bulgaristan garip bir yerdi, bildiğimiz Avrupa gibi değil. Görüntü itibariyle Türkiye’den daha az gelişmiş, satılan sakızlar şekerler cincin, tipitip, topitop falan. Ama insanları, orada yaşayan Türkler bile Türkiye’deki Türklerden medeniydi. Dedemin akrabaları bir Türk köyünde yaşıyordu. Köy aynı Heidi’nin köyü gibiydi. Yemyeşil bahçeler, koyunlar, kuzular… Kaldığımız evde genç bir çocuk vardı, 14, 15 yaşlarında ki o zamanlar abim sayılırdı. Motosikleti vardı ve motosikleti olan pek çok kız ve erkek arkadaşları. Akşamları köy meydanında buluşur, günün hit disko parçaları eşliğinde dans ederlerdi. Köy ve disko… Ne kadar şaşkınlığa uğradığımı tahmin edersiniz. Şaşırdığım başka bir konu da o zamanlar 75 yaşında olan dedemin şurada karda kayardık, burada kuyu vardı su çekerdik diye en son 9 yaşında yaşamış olabileceği olayları hatırlamasıydı.
Bulgaristan gezimizden aklımda kalan bir de giysilerin, hediyelik eşyaların ucuz olduğu ama almaya değecek bir şey olmadığıydı. Yeşil bir bez bebek vardı aldığım şu an hala işyerimde yanı başımda duran. Bulgaristan’a kadar gitmişken Romanya’ya gitmemek olmaz tabi, Bükreş’i de görelim dedik. Bulgaristan ile Romanya’yı Tuna Nehri üzerindeki köprüdeki sınır kapısı ayırıyordu. Biz köprüden arabayla pasaportlarımızı damgalatmış mutlu mutlu geçerken Bulgaristan’dan çıkışımızın verildiğinin farkında değildik. Vizemizin tek girişli olduğunu tekrar Bulgaristan’a girmeye çalıştığımızda fark edebildik. 🙂
Bükreş maceramız…
Bükreş Sofya’ya göre daha gelişmiş bir şehirdi. Avrupa kenti havası vardı en azından. Ben hazırlığı bitirmiş ve orta bire geçmiş başarılı bir Anadolu lisesi öğrencisi olarak müthiş! İngilizcemle Bükreş’teki mağaza tezgahtarlarıyla, paramızı Romanya parasına çevirmek için banka memurlarıyla ve yol sormak için muhatap olduğum polislerle pratik yapma fırsatı buldum. Annemin babamın hatta hatta dedemin bile duydukları gurur gözlerinden okunuyordu.
Günübirlik Romanya gezimiz sonrası gece Bulgaristan’a dönme girişimimiz sırasında pasaport kontrolündeki adam bize Bulgaristan çıkışımızın yapılmış olduğunu ve 48 saat içinde ülkeyi terk etmemiz gerektiği belirtti. Bizde mecburen 2. gün ülkelerini terk ettik. Güzeldi ama her şeye rağmen. Ne de olsa ilk yurtdışı gezimdi ve 12 yıl sonra yani 2000 yılında gittiğim Paris gezisine kadar tek yurt dışı gezim olarak kaldı…
ben de bulgaristan göçmeniyim ve yazınıza cok güldüm. çok güzel anlatmışsınız yaşadıklarınızı.
Çok teşekkür ederim.Beğenmenize sevindim. Uzun yıllar önce yazmış olduğum bir yazı…
Çok güzel bir deneyim olmuş herkesin başına gelmeyecek cinsten 🙂