Hurghada Gezi Notları

2003 yılında gerçekleştirdiğimiz Hurghada gezisini anlatan, yine o tarihlerde yazmış olduğum gezi (blog) yazım…

Alcarlı tavuk kanatları ve 0.70 lik biralarıyla geçtiğimiz  kış favori mekanım olan Chicken Last Stop’ta, ocak ayında bir cuma akşamı kankilerle buluşmuş kanatları götürmekte iken kafamıda aniden beliren Hurghada seyahat planı hepimizi inanılmaz heyecanlandırdı. Afrika Kıtası’nda bir ülkeye, özellikle de Mısır’a gidiyor olmak düşününce çok acayip geliyordu…

Nihayet Hurghada’ya uçuş günümüz geldi çattı, bavullarımızda yazlık kışlık karışık bir şeyler tıkıp 7 kişilik grubumuzla 2 araba şeklinde havaalanının yolunu tuttuk. Check-in’den sonra Advantage‘ın loungeuna gidip biraları, fiskileri hüpletip, Duty Free’den Hurghada’da gerekecek yakıt ikmalimizi yapıp Sun Express Havayolları’na ait 868768456446 sefer sayılı uçağımıza bindik ve uçuşa geçtik. Uçağımızın koltukları biraz dar olmasına rağmen oldukça yeni bir uçaktı. Ama yemekleri ısıtmadan servis etmeleri inanılır gibi değildi. 200 dolarlık turla gidiyoruz diye buz gibi yemeği de hak etmediğimizi düşündük. Sabaha karşı 4:00 sularında Hurghada Havalanı’na vardık ve olaylar bu noktada başladı. Valizlerimizi alıp pasaportlarımıza vize damgalarını vurdurduktan sonra, ki Mısır vizesini parayı basan herkes bu şekilde alabiliyordu, hava alanı dışına çıktık. Orada ellerinde otel isimleri bulunan rehberleri fark edip Desert Rose Hotel tabelalı birilerini aramaya koyulduk. Ama maalesef bulamadık. Çünkü öyle bir tabela yoktu. Sevgili İrem Tur yetkilileri bizden bir ay önce aldığı tur paralarını son ana kadar bekletip bizim kalmamız gereken  Desert Dose Hotel’deki yerlerimizi  son dakika rezervasyonuyla ucuza kapatmayı planlamış ama oteldeki yerleri ETS’ye kaptırdığı için planları fiyaskoyla sonuçlanmış. Bize de Long Beach Hotel diye başka bir otel ayarlanmış.  Gerçi kaldığımız otel de 4 yıldızlı, diğeriyle aynı standartta bir oteldi ama gene de kendimizi kandırılmış hissettik ve diğer Desert Dose Hotel Fan Club üyeleriyle İrem Tur’un rehber bozuntusuyla uzun süre tartıştık ama bu tartışmanın bir yere varmayacağını kısa sürede anlayıp paşa paşa Long Beach Hotel’in yolunu tuttuk. Aslında otele gidişimiz o kadar da paşa paşa olmadı. Servis görevini üstlenmiş otobüsün şöforu Saddam kılıklı bir psikopattı. Son sürat, kesin şimdi bir şey olacak diye koltuklara yapışık bir vaziyette yolculuk yaptık. Şoförün kız arkadaşlarımızdan birini uzaktan kesmesi de cabasıydı. Ancak bu kesme öyle dikizden bakış atma değil, adamın arkasını dönüp Melikeye dik dik bakması şeklindeydi. Biz iyice dumur olup son çare olarak  dua etmeye başladık…

Otele vardıktan sonra gezimiz normal akışına geri döndü bundan sonra da dönüş uçağının rötar yapması dışında bir aksilik olmadı, gezi iyi geçtiği için bu da bize üzmedi. 🙂

Kısa bir uykunun ardından sabah kahvaltı etmeye indiğimizde bizi güzel bir restoran fakat kahvaltı için oldukça ağır bir koku karşıladı. Kahvaltıda bizim kahvaltı kültürümüze uygun yiyecekler vardı ama bunların dışında soğanlı sarmısaklı baharatlı bi sürü garip yemek de  vardı. Bu kokular sabah sabah bizimkilerin iştahını kapatmaya yetti ama benimkini asla. 🙂

Otel şehir merkezinin dışında Türkiye’de Kemer’deki tatil köylerinin stilinde sahil şeridi üzerine kurulmuş otellerlerden biriydi. Oldukça geniş bir sahili, dört beş tane havuzu, yüksek bir yatak kapasitesi vardı. Kahvaltıdan sonra Hurghada şehir merkezine gitmek üzere otelden ayrıldık. Nasıl ederiz, nereden bineriz derken kapıda bir minibüsün beklediğini gördük ‘Hurghada’ya gidiyor musun?’ dedik okeyi aldık. Sonradan öğrendik ki  aslında neresi dersek diyelim oraya gidecekti, çünkü minübüslerde güzergah diye bir kavram yoktu, minibüsler çoğunluk nereye isterse oraya gitmeye hazırdı. Minibüs ücretlerinde de durum farksızdı. Belirli bir fiyat kesinlikle yoktu. Adam sana on der pazarlıkla beşe anlaşırsın esasen ederi ikidir ama sen farkında olmadığından yanında on vereni görünce salağa bak kazıklanıyor dersin…

hurghada_gezi_notlari_dolmus

Esasen Mısır’daki tüm alışveriş sistemi bundan ibaretti. Neyin ne kadar ettiğini anlayamadan yapabildiğimiz kadar pazarlıkla bir sürü şey aldık  ama  sonuç olarak bilmeden kimisinde az kazıklandık kimisinde çok. Gerçi bu kazıklar bize pek de üzmedi çünkü bizim ülkemize göre pek çok şey daha ucuzdu.  Ancak bir süre sonra pazarlık yapmaktan öyle yorulduk ki alışverişten vazgeçmek zorunda kaldık. Hurghada eski şehir merkezine indiğimizde ilk heves bir yığın heykel, piramit, papirus vs. aldıktan sonra  kendimize yerel bir tur şirketi bulup ertesi gün için kahire turu ayarladık. Ayarladığımız yerde ETS ile gelmiş başka bir Türk grubuna rastladık. Onlarla birlikte turu adam başı 30 dolara bağladık. Bu arada Türk tur şirketlerinin bu turu 80 dolara sattığını bildiğimizden pek bi sevindik. Hurghada’dan Kahire minimum 6 saat mesafedeydi. Yani Kahire’ye günübirlik gitmek pek de mantıklı bir hareket değildi. Ama ne yapsaydık Mısır ülke sınırları içindeyken piramitleri görmeden mi dönseydik? Ya bir daha gelemessek? 🙂

Turu ayarladıktan sonra minibüs şoförüyle anlaştığımız saatte buluşup otelimize geri döndük. Hurghada’nın eski şehir kısmı hediyelik eşya ya da dalış malzemesi satan dükkanlar, birkaç garip restoran, etleri kesip dışarıdaki çengellere asan  bir kaç iğrenç kasaptan ibaretti. Daha sonra gördüğümüz yeni şehir bölümünde ise daha turistik restoranlar, dalış merkezleri, oteller bulunan daha modern bir yerdi.

Otele döndüğümüzde havuz kenarına gidip güneşlenmeye çalıştık ama rüzgar bize pek izin vermedi. Öğrendiğimize göre biz gelmeden önce kış yeni gelmiş. Isı 30 lardan 20 lere düşmüş. Ama biz kara kıştan buraya geldiğimiz için adamların kış dediği hava bize ilaç gibi geldi. Akşam yemeğini büyük bir merakla bekledik ama sonuç yine hüsrandı. Kahvaltıda restorana girdiğimizde gelen ağır koku, bu sefer daha lobideyken hissediliyordu. Adamlar yemeklerinde o kadar abartı baharat, sarmısak, soğan kullanıyolardı ki  ben bunları sevdiğim halde soğudum. Hurghada’daki kasaplardaki sinekli etleri gördüğümüzden  etlere dokunamadık, tavuk, balık alsan balıklar bile soğanlı garip bir bulamacın içinde, kala kala spagettiye kaldık. Tatil köylerinde içine sebze karıştırıp spagettileri  tavada hop hop zıplatan adamlar vardır ya işte burda da o adamdan vardı ve biz her akşam amcamdan  spagettilerimizi alıp yanında da salata takıldık. Bir tek elmalı tarçınlı tartları süperdi ve bol bol da meyve vardı. Gece arkadaşlarla bir odada toplanıp Duty Free’den aldığımız içkileri içtikten sonra otelin diskosuna inip çılgın danslar ettik. 🙂

hurghada_gezi_notlari_oda

hurghada_gezi_notlari_disko

Bu arada oteldeki animatörlerden Mısırlı iki çocuğun latin dansları çok başarılıydı. Gece iki gibi otelden kahvaltı paketlerimizi alıp  ana yolun kıyısında gündüzden anlaştığımız bizi Kahire’ye götürecek olan minibüsü beklemeye başladık. Ama ne gelen var ne giden. Elimizde de ne gelecek şoförün ne de tur şirketinin telefonu, yalnızca bizimle geziye katılacak ETS ile gelen Türk gruptan birinin telefonu vardı. Tam kendimizi gece yarısı yol ortasında boş boş bekleyen salaklar gibi hissetmeye başladık ki uzaktan külüstür bir minibüs gözüktü.

hurghada_gezi_notlari_kahire

Muavine parolamız olan oda numaramızı söyledik, yolculuğumuz başladı. Kısa bir süre sonra bir yerde durup beklemeye başladık. Meğer her gece Kahire yolculuğu yapan tüm otobüs ve minibüsler belirli bir yerde buluşup konvoy halinde gidiyorlarmış. Sebebi de önceki yıllarda bu otobüslerden birine yapılan saldırıymış. Bu saldırıyı yapanları hükümet idamla cezalandırmış ve bundan sonra Kahire’ye gidecek tüm turist kafilelerine konvoy halinde gitme zorunluğu getirilmiş. Yol boyunca  sınır tarzı  birkaç yerde durdurulup polis kontrolünden geçtik ama bunun sebebini öğrenemedim. Uyuz bir minibüsün tekerlek üstü koltuğunda ne kadar uyunabilirse o kadar uyuyup sabaha karşı  Kahire’ye vardık.

İlk hedefimiz Kahire Müzesi’ydi. Müzenin önünde bizi Mısırlı bayan bir rehber karşıladı. Bu bizim gördüğümüz ilk başı açık mısırlı kadındı. Esasen Hurghadada başı kapalı kadın da fazla göremedik. Otel personelinin ve  Hurghada’daki esnafın tümü erkekti çünkü. Mısırlı rehberimiz biletlerimizi alıp bizi Kahire Müzesine soktu ve müze içindeki firavun kafalarının tarihini bıcır bıcır anlatmaya başladı. O kadar kötü bir İngilizcesi vardı ki anlayabilmek için söylediklerine epey bir konsantre olmak gerekiyordu. Kahire müzesinde piramitlerin içinde ve Mısır’ın diğer bölgelerinde bulunmuş taştan, altından heykeller mumyalar vs. sergileniyordu. Tabi Avrupalıların kendi ülkelerine kaçırdıklarından ne kadarı kalmışsa. Çoğu Avrupa şehrinde bir Mısır müzesinin bulunması bu konuda bir fikir oluşturabilir.

Müzeyi gezdikten sonra hevesle piramitlere doğru yol almaya başladık. Bu yolculuk sırasında Nil Nehri kıyısında da bir gezinti yapmış olduk. Piramitleri görmeden önce rehberimizin önceden belirlediği bir restoranda öğle yemeğimizi yedik. Yemek açık büfeydi. Yemeklerden biri de bizdeki Adana kebabının aynısıydı. O kadar lezzetli geldi ki tüm zehirlenme riskini göze alıp en az beşer tane götürdük. Allahtan bir şey olmadı.

En sonunda Piramitler’e ulaştık, başladık foto çekmeye. Bu gezilerdeki foto olayı bazen tuhafıma gider, sanki amaç orayı görmekten çok orada bulunduğuna dair elinde bir görüntü olması. Bu başkalarına göstermekten çok, daha sonra bakıp hatırlama istediğinden geliyor sanırım. Hafızamızdan çok fotoğraflara güveniyoruz. Aslında haksız da sayılmayız. Düşünüyorum da çok eskilerde yapılan gezilerde aklımda kalanlar çoğunlukla o dönemde çekilen fotolardaki görüntüler. Demek ki gezdiklerimizi unutuyoruz ama fotolara baka baka o anları beynimize kazıyoruz. Foto çekme olayını abartmayla ilgili kendimi haklı çıkarttıktan sonra gelelim piramitlere.

hurghada_gezi_notlari_piramitler

hurghada_gezi_notlari_sfenks

Evet piramitler o kadar da ahım şahım değildi. Ama bunu önceden de duyduğumuz için pek de hayal kırıklığına uğramadık. Ne olursa olsun piramitler çocukluğumuzdan beri duyduğumuz Eyfel Kulesi, Pisa Kulesi, Niagara Şelalesi, Everest Tepesi gibi dünyadaki  en bildik en meşhur yerlerden biriydi ve biz de o an onlarla dip dibeydik ve bu çok hoş bir duyguydu. Piramitlerin üçünden birinin içi gezilebiliyordu. Gerçi içindeki her şey Kahire’deki ve Avrupa’daki müzelere taşınmış olduğunu öğrendik  ama piramitlere kadar gelmişiz, içini görmeyecek miyiz mantığını hemen kurup biletlerimizi kestirip içeri girdik. En olarak yan yana iki kişinin zor geçeceği, boy olarak bir kişinin bile iki büklüm olmadan geçemeyeceği bir koridordan indikçe indik, indikçe indik, sonra boş bir odacığa geldik, oradan da merdivenle başka bir odacığa geçtik. İçeride bir şey yok demişlerdi ama bu kadar mı boş olur, düz duvar görmeye mi indik bunca yolu şeklinde söylenerek aynı yolu çıktıkça çıktık, çıktıkça çıktık. Bu arada tabi ki bir sürü foto çektik, Piramit’in içindeki boş duvarları unutmayalım diye. 🙂

Gezimize Piramitler’in biraz aşağısındaki dev Sfenks’i ziyaret ederek devam ettik. Daha sonra minibüsümüz bizi aldı ve orijinal papirüslerin satıldığı büyük bir dükkana götürdü. Oradaki elemanlardan biri bize papirüs ağacından papirüsün nasıl yapıldığını anlattı. Hem de Türkçe olarak. Meğer adam Özbekistan’dan gelmiş Mısır’a. Hikayeyi dinleyip, papirüslerden alıp, gazozumu içtikten sonra kapalı çarşıyı görmek üzere yine koyulduk yollara. Kapalı çarşı aynı bizim Mısır Çarşısı gibiydi. Sadece satılanların büyük çoğunluğunu tahtadan ve taştan yapılmış firavun heykelleri oluşturuyordu. Burada gerçekleştirdiğimiz nargile ve nane çayı faslından sonra artık hava kararmış dönüş vakti gelmişti. Minibüsümüzle anlaştığımız saatte buluşup dönüş yolculuğuna başladık. O kadar yorulmuşum ki ne dönüş yolculuğu ne otele varışımız ne de yatışımızla ilgili hiçbir şey hatırlamıyorum. Keşke foto çekseymişiz.

Ertesi günü tekrar Hurghada’ya inip çölde safari turu ayarlamayı planladık. Ancak Hurghada’ya vardığımızda çöl kafileleri yola çıkmıştı bile. Normal bir zamanda olsak ekstradan bir cip bulup onlara sonradan katılabilirdik ama o gün kurban bayramının birinci günü idi ve işi olmayan herkes ailesiyle kurban kesmekle meşguldü. Çölde safari ertesi güne kaldı.

Biz de Hurghada’nın yeni şehir kısmında yemek ve gezme ve alışverişten sonra El Gouna bölgesine gittik. Burası resmen kurtarılmış bir bölgeydi. Bu bölgenin girişinde kendine ait polisleri içeriye o bölgede yazlıkları ya da otel rezervasyonları olanlar hariç hiç kimseyi sokmuyorlardı. İlk bakıştaki görkem bize burada yaşayanların burada yazlıkları olan Avrupalı ya da Amerikalılar olduğunu düşündürdü ama yanılmışız. Buradaki herkes Mısırlıydı ama bizim şimdiye kadar gördüğümüz Mısırlılara hiç benzemiyorlardı. Kızlar güzel, erkekler yakışıklı tenleri bizimle aynı renk, altlarında son model arabalar. Bir anda nerde olduğumuzu şaşırdık. O ana kadar Mısıra ve Mısırlılara burun kıvırarak bakan bizler bir anda elimizde torbalar, papirüsler, üzerimizde salaş gezi kıyafetleriyle sosyetik Mısırlılar arasında ezik kaldık. 🙂

Sonra toparlan ve kendine gel şeklinde oradaki deniz kıyısı, havuz başı bir klübe girdik. Restoranın Türk müdürü ile tanıştık. Ablalarının El Gouna’da otelleri falan varmış. Devre mülk kiralarından falan bahsetti. Bizimkiler hemen bir sonraki sene direkt El Gouna’ya gelme, hatta hatta abartıp buraya yerleşme hayalleri kurmaya başladılar. Çok leziz bir pizza yedikten sonra, (ilaç gibi geldi) bizi getiren minibüsle anlaştığımız saatte buluşup otelimize geri döndük. Gece havuz başına inip Danzka ve Jack Daniels eşliğinde havuz başı muhabbeti yaptık. Sek içmek çoğumuza yaramadı, gecenin sonunda kendilerini buz gibi havuza attılar. Biz de fotoğraf çektik. 🙂

Ertesi günü Hurghada’da son günümüzdü. Çölde safari oldukça  eğlenceli geçti. Karizmatik bir bedevi amca cipiyle bizi kum tepelerinin arasında ooradan oraya savurdu. En güzeli dev bir kum tepesinden koşarak ve yuvarlanarak inişimizdi. Sonra bedevi çadırlarının olduğu bölgeye ulaştık. Develerle gezdik, hazırladıkları garip yemekleri yedik. Hesapta çölde güneşin batışını seyredicektik ama tam batarken bulutlar güneşin önüne geçti ve biz de dumur vaziyette çıktığımız tepeden tıpış tıpış aşağı indik.

hurghada_gezi_notlari_col2

bedevi

Akşam bedeviler dans edecek diye beklemeye başladık. Herkesi bir çember yapıp önümüze mumlar dizdiler. Yedi sekiz adam üstlerinde garip kıyafetler, ellerinde darbukalar başladılar çalıp söylemeye. Biz de ortaya atlayıp başladık oynamaya. Diğer turistler bedevi dansını biz yapıyoruz sanıp başladılar kameraya çekmeye. Gerçi sonrasında tüm turistler kendini ortaya attı. Çok komik bir geceydi. Garipti yani orda çölün ortasında garip garip adamların müziğiyle göbek atmak. Bedevi dansı olayından sonra artık yola koyulmanın vakti gelmişti. Karizmatik amcanın cipiyle geri dönüşe geçtik. Yolda durup gökyüzündeki parlak yıldızları seyrettik. Çöl yolu bittikten sonra (aslında çöl yolu diye bir şey yok, çünkü çölde yol yok. Ya da her yer yol da denebilir. 🙂 ) şoför amcama yolu tarif etmek için üstün bir mücadele vererek otelimize ulaştık.

Akşam yemeğini sonrası otelin eğlence salonunda 3. sınıf çalgıcıların müziği eşliğinde göbek atan 3. sınıf dansözü  bir süre seyretmeye daha fazla dayanamayıp oradan  ayrıldık. Gece bizi almaya gelen minibüsün tepesine valizleri yükleyip havaalanının yolunu tuttuk. Dört beş saat rötarla gelen uçağımıza binip İstanbul’a döndük.

İrem Tur’un bize yaşattığı tüm sorunlara rağmen Hurghada gezisi oldukça eğlenceli geçti. Bunda grup olarak gidişimizin de etkisi  var ama bunun yanısıra Mısır gezisi herhangi bir Avrupa ülkesine yapılan bir geziye göre çok daha farklı ve çok daha etkileyiciydi. Hatta bu geziye doyamadan döndük diyebilirim. Umarım tekrar gitmek için fırsatımız olur…

 

Sharm El Sheikh Gezilecek Yerler

 

1 Comment

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir